Bundan bir önceki yazımızda zaman üzerine konuşmaya, onu biraz olsun anlamlandırmaya çalışmıştık. Orada da söylendiği gibi zamanı mekana değinmeden anlatamazdık, şimdi de öyle olacak. Bu sebeple asgari düzeyde, en azından birbirlerinden ayrılamayacaklarını aktarıp mekan üzerine söyleyeceklerimizi orada, sonra ayrıntılandırmak üzere, sonlandırmıştık. Şimdi burada yine, zamanın ve mekanın özünden gelen bir aradalığı- ayrılamazlığı gözden kaçırmayarak ‘mekan’-‘mekansallık’ nedir, bunlar üzerine düşüneceğiz. Ancak, yazının herkes için erişilebilir olması açısından, zaman-zamansallık / mekan-mekansallık derken ne anlatmaya çalıştığımızı kısaca açıklamak gerekir. Böylece tez daha anlaşıbilir olacak ve okuyucusunda bir farkındalık uyandırma amacını yerine getirecektir.
Zaman; belli bir an olarak, bugünü anlatıp ‘saat kaç’ sorusunun cevabı olurken zamansallık, birlik oluşturan bir süreçtir, eşzamanlı olarak, zamanlar toplamıdır. Mekan; hali hazırda kişisi için oturulan koltukken mekansallık, ikisinin birleşip kapladığı bütündür. İlişkisellik topluluğudur.
Yine de, yazının sonunda anlamanız gereken şey temelde şu; zamansallığın da mekansallığın da öznesi, sizsiniz.
Varlığın en temeldeki mevcudiyeti; belli bir zaman aralığına, bedeni ile tam bir bütünlük içinde fırlatılmış olmasıdır. Tam da bu sebeple varlığa asıl anlamını veren, zamansallık ve mekansallıktır. Zamansallık, zaman denen kısa bir anla sınırlı olmayarak; geçmiş, şimdi, gelecek üzerine yayılır ve varolmamızın önkoşuludur. Mekansallık, sadece içinde bulunulan yerle sınırlı olmayarak dünyasallık içine yayılır ve insan dünyadan başka hiçbir yerin içine düşürülmeyecek olduğundan varolmasının bir diğer önkoşuludur. Kaldı ki bunlar birbirlerini öncelemez. Varolanlar, mekansal olarak varolduğu anda zamansal, zamansal olarak varolduğu anda mekansaldır. Bu yüzden zaman ve mekan ayrı düşünülemezdir. Kişiler de özü gereği, mecburen, hep zaman ve mekanla birlikte düşünülür. Öyleyse; varolanın mevcudiyetinin mümkün olması, zamana ve mekana yayılmış olarak, zamansallığına ve mekansallığına bağlıdır. Üstelik mekansallık, öyle dışsal bir şey de değildir. Yani varoluş mekansallığa bağlıdır demek, varolanın mekansal olduğunu söylemektir. Bu anlamda düşünüldüğünde beden, kişinin ilk yerleştiği, ilk kez mekansal ilişki kurduğu yerdir. Demek ki, bir eve yerleşmekten de önce her bir kişi ilk olarak, evet açık bir öncelikle, kendi bedenine yerleşir. Böylece sürekli olarak, nereye giderse gitsin, hangi yeri deşip hangi mekanı aşmış olursa olsun kendi mekanını yanında taşır ve nereye giderse onunla birlikte gider. Böylece kişi önce kendine yerleşen olarak mekansallık bütünüdür. Her yere kendisiyle gitmesi dolayısıyla, önce kendiyle arasında mesafe yoktur. Kişinin mekansallığı, o kadar mekanda değildir ki, kendi bedeninde mekansallaşmıştır. O halde Heidegger, tam buraya layık şekilde şöyle der: ‘Dasein, zaten hep keşfettiği, kendi muhitine sahiptir.’
Kişi doğumu gerçekleştiği anda kendi bedenine yerleşir ve nihayet bir yatağa, bir yere, bir omuza yerleşme gerçekleştiğinde, ki ikinci yer kaplamak- yer işgal etmek anlamındadır, başkalarıyla da tanışmaya hazır durumdadır. Bu anlamda başkalarıyla tanışma şu demektir; onların dünyasallıklarına karışmak. Kişiler birbirlerinin mekansallık ve zamansallık bütününe karışır. Çevremizde gözümüze çarpan ve bizimde ona çarptığımız her karşılaşma birilerinin bedenini gerektirir. Denir ki; dünyasallık üzerine yayılmış her bir karşılaşma, somut ve katı halde duranlarındır. Biz dünya içindeyiz ve bunun için mekana yerleşmeye ihtiyacımız var. Açık ki bu dünya zeminine yerleşmeye çalışıyor, temeline kazıklar çakıyor, taştan duvarlar örüyor, kendimize bir ev arıyoruz. Orada konaklamak, korunmak, sınırları ayırmak istiyor bunu yaparken onu anlamla süslüyor, yuva yapıyoruz. Bu mekana ‘yerleşme’ isteği özümüzde var. Böylelikle dünya, bizim evimizi kurduğumuz, anlamlı yaşam inşa ettiğimiz yer halini alıyor. Anlamlı yaşam; işgal ettiği mekanla ilişki kurması, ona bağlanıp, anlam katmasıyla görünür oluyor ve bu yine ancak bir mekanda.
Böylece beden an be an algılarını takip eder, işte bu anlar zamansaldır. Diğer yandan; kişi, içinde bulunduğu dünyaya daha en başından bedeniyle fırlatıldığından, varoluşu bedensiz düşünülemeyecek, ilk önce bedenine yerleşecek ve her karşılaşma için yerleştiği bedenini kullanacaktır, böylece de mekansaldır. Sonuçta terminolojik olarak, dünya içindeki her bir kişinin yaşam çabası şu şekilde görünür olur: Zaten kendine yerleşik olanın(beden), yerleştiğine(mekansallık), yerleşme telaşı(mekan).